‘Telkin’den ‘teselli’ye: Kapanmayan Parantez Halkevleri
TRABZON – Gazeteci-Yazar Devrim Hacısalihoğlu’nun hazırladığı, Cumhuriyet’in kuruluş döneminin en önemli kültür kurumlarından Halkevleri’ni inceleyen ‘Kapanmayan Parantez Halkevleri’ kitabı İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Yayınları’ndan geçtiğimiz aylarda çıkarak okurlarla buluştu.
Kitap, 19 Şubat 1932’de kurulduktan sonra iki kez kapatılmasına rağmen yeniden açılan ve bugün hala varlığını sürdüren Halkevleri’ni çeşitli yönleriyle inceliyor. Halkevleri’nin kurumsal ve politik örgütlenmesi, kültür sanat insanları da yetiştiren eğitim kurumu niteliği, arkeoloji, müzecilik, folklor gibi alanlarda yeni ulus devletin kültür sahasını besleyen çalışmalara katkısı kitabın ele aldığı konular arasında. Çalışma, Türkiye’nin önemli gazeteci, yazar, akademisyen ve sanatçılarının makaleleri ve bazı röportajlardan oluşuyor.
Gazeteci Devrim Hacısalihoğlu’nun hazırladığı kitapta Anıl Çeçen, Altan Öymen, Ahmet Özer, Fikret Bila, Işık Kansu, Mustafa Balbay, Mustafa Gazalcı, Ozan Gündoğdu, Arzu Öztürkmen, Çağla Yılmaz, Doğan Emrah Zıraman, Haluk Şahin, İsmail Özer, Metin Atuf Kansu, Tülay Yıldız Akgül, Ümit Doğan’ın yazıları ve Bedia Ener, Cihat Tamer, Halil Ergün, Metin Akpınar, Mustafa Sağyaşar, Şemsi İnkaya, Yaşar Aksoy ve Zihni Göktay ile yapılan söyleşiler yer alıyor.
Halkevleri’nin ilk kez bütün yönleriyle ele alındığı ‘Kapanmayan Parantez Halkevleri’ni hazırlayan, Bilim ve Sanat Yayınları editörü Devrim Hacısalihoğlu ile kitabın içeriği ve Halkevleri’nin Türkiye’nin toplumsal ve siyasal tarihindeki önemini konuştuk.
Halkevleri’nin hedef aldığı toplumsal kesim hangisi ya da gençlik mi? İdeolojik dönüşümün dışında buradan yetişen bir yurttaşta mesleki vesaire ne tür kazanımlar görüyoruz?
Önce Cumhuriyet’i kuran devrimci kadronun omuzlarındaki yükü anlamakla başlamalı. Romantik gelebilir ve tekrar olabilir ama olsun. Cumhuriyet’i, Halkevleri’ni, Köy Enstitüleri’ni konuşacaksak 29 Ekim 1923’te, Cumhuriyet ilan edildiği gün Türkiye’nin eğitim, kültür, sağlık, sanayileşme alanına ilişkin verileri hatırlayacağız. Nüfusun yarısının hasta ve çocuk ölüm oranının yüzde 60’ın üzerinde olduğu bir ülke söz konusu. Koca ülkede doktor sayısı 300 civarı. Sanayi, ulaşım, tarım ve benzeri verileri de tabloyu tamamlar, manzarayı netleştirir nitelikte. Elektrik sadece İstanbul’da ve İzmir’in bazı semtlerinde var, düşünün.
Burası çok önemli; 1923 – 1924 öğretim yılında ülkedeki lise sayısı 23. Cumhuriyet devriminin önderleri, en çok da Mustafa Kemal Atatürk, bu korkutucu yoksulluğu ve ezikliği ancak bir devrimle yenebileceklerinin son derece farkındalar. Halkevleri işte bu devrimci zorunluluğun bir kültür kurumu. Cumhuriyet devrimcilerinin, devrimlerin halka benimsetilmesinde bir ‘eşik atlama’ gereksinimini karşılayacak bir örgütlenme olarak ortaya çıkıyor. Hedefinde ise bütün bir ulus var. Doğusundan batısına ülkenin tamamında yaşayan yurttaşlar var. Genç yaşlı, kadın erkek… Cumhuriyetin modernleşme projesinin toplum tarafından içselleştirilmesi amaçlanıyor. Nitekim, Halkevleri’nin kuruluş tarihine, 1932’ye baktığımızda, yeni rejimi kendisi açısından ‘sıkıntılı’, endişeye neden olan bir dönemin içinde görürüz. 1930’da Menemen Olayı’nın bastırılması ve Serbest Fırka deneyimi. Travmadır. Adeta “Ne oluyoruz…” hissiyatı var.
Bu olaylar, yönetenler açısından Cumhuriyet devrimlerinin toplumdaki karşılığının bir tür test edilmesi anlamına geliyor. Ardından yaşanan endişenin ve çok haklı gerekçenin ürünü bir hamle, Halkevleri’nin kuruluşu. Siyasal önemi ve Cumhuriyet değerlerinin halka buluşturulması açısından toplumsal faydası da hayli fazla tabii. Onu da konuşacağız galiba. Zaten tam da o yıllarda başka kurumlar, aralarında Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu da var, Cumhuriyet rejiminin tesisi açısından çok önemli işlev gören kurumlar da kuruluyor.
‘DEVRİMLERİN HALKA BENİMSETİLMESİ UMUDUNA EŞLİK ETTİ’
Amaç bence çok haklı olarak, asıl amaç, ‘eski’ olandan ‘ancien régime’den hızlı ve keskin bir kopuşu öneren devrimci politikaların yerleşmesi. Yeni toplum tasarımının, yeni ulus devletin temelini sağlamlaştırmak. Tabii birinci dönem Halkevleri’nden, 1951 yılında kapatılmasına kadar olan dönemden söz ediyorum. 1963’te tekrar açılıyor ve 12 Eylül’le birlikte yeniden kapısına kilit vuruluyor.
İlk açıldığında Halkevleri, otuzlardan itibaren devrimlerin halka benimsetilmesi, düzenin yerleşmesine dönük bir umudun eşlik etmesini getiriyor. Yöneticiler katında. “Halkevleri’nin faaliyetlerine katılan, tedrisatından geçen yurttaşlar ne kazanıyordu” sorunuza gelince… Demokrat Parti iktidarı tarafından kapatıldığında, Türkiye’nin dört bir yanındaki il, ilçe ve köylerde kurulan Halkevleri ve halk odalarının sayısı beş bine yakın. Cumhuriyet devrimini, değerlerini, ideallerini Ankara’dan, Anadolu’ya, şehirlere ilçelere, köylere, bütün yurda taşıyorlar.
Nazilli Halkevi’nde hasta tedavi programından Kelkit’te deprem sonrası yardım eğitimine, Çankırı Halkevi’ndeki arıcılık kursundan Samsun Halkevi’nde dil kursuna, Trabzon Halkevi’ndeki tiyatro temsillerine kadar yüzlerce faaliyet yürütüyor. Halkevleri bütün bunları planlı, merkezi ve kısmen ideolojik bir disiplinle yapıyor. Bunun nasıl bir sonucu olduğunu, Halkevleri’nin ya da genel olarak Cumhuriyet kurumlarının önemini, herhalde toplumun gelişmişlik düzeyinin Cumhuriyet tarihi boyunca gözlenen seyrinden anlayabiliriz.
Halkevleri, Türkiye’nin aydınlanma ve modernleşme hayatına damga vuran bir kurum fakat aynı zamanda ideolojik dönüşümlerle baskılanan, etki alanı kısıtlanan ve defalarca kapatılan bir hikayesi var. Kapanmayan Parantez’i hazırlarken bu silikleştirme politikası araştırmalarınızı güçleştirdi mi?
Halkevleri Türkiye’nin Tanzimat’tan itibaren yaşadığı bir gerilimin, modernleşme ve gelenekçilik, ya da sol terminolojiyle belki daha doğru, ilericilik ve gericilik çatışmasının zeminiyle de ilişkili. Bir din-tarım toplumundan modern bir ulus devlet yaratmayı amaçlayan Cumhuriyet aydınlanmasının sembol kurumlarından biri.
Mustafa Kemal Atatürk gibi bir devrimci önderin çabasının, ufkunun, zihninin, hem Cumhuriyet devrimini tarihte özel bir yere taşıdığını, hem de Halkevleri’ni Cumhuriyet devriminin kültür kurumu olarak özel kıldığını düşünüyorum.
Halkevleri’nin 1951’de Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinin ardından kapatılması ise tarihin gelişim yasaları açısından değil ama Türkiye sağcılığının Cumhuriyet’le hesaplaşma, Cumhuriyet devriminden rövanş alma hezeyanının başlangıcı açısından tutarlıdır. Nitekim Demokrat Parti geleneğini sürdüren ‘merkez sağ’ partilerinin siyasal ömürleri boyunca, Özallardan Çillerlere, Cumhuriyet devrimlerinin tasfiyesine nasıl ‘iman ettiklerini’ gördük, biliyoruz. Bugünlere oralardan geliyoruz ve Halkevleri’nin kuruluşundaki felsefe ve kurucularının iradesi bugün bu nedenle çok önemli.
Halkevleri’nin halkı aydınlatma misyonunu, köylere tiyatro götürmekten tutun halk arasında bilimsel farkındalığı yayma iradesine kadar, düşünün. Bunu, günümüzde cehaleti örgütleyenlerin toplumu cahilleştirmedeki motivasyonu ile karşılaştırın. Toplumun kendi yoksulluğuna, ezikliğine, çaresizliğine itiraz etmemesini sağlamaya yönelik bir cahilleştirme. Anlamlı değil mi?
Cumhuriyet değerleriyle ideolojik hesaplaşma ve rövanş peşindeki çevrelerin bir geleneği izleyerek, yine son derece planlı, ideolojik ve hatta sınıfsal bir disiplinle topluma cehalet pompaladıklarını, bilimsel düşünceye, tutuma düşmanlık örgütlediklerini görüyoruz.
Sarayları ve saltanatları yıkan Cumhuriyet, Halkevleri’ne, aydınlanma düşüncesine, bilime, bilgiye, halkın aydınlatılmasına başvuruyor. Halkın çıkarlarının karşısında, sermayeden ve tarikatlardan, şeyhlerden ve para babalarından, haksız servet edinmiş zenginlerden yana olan saraylar ve saltanat ise cehalete, dogmalara sarılıyor. Dün de bugün de…
‘ÇEKOSLOVAKYA’KI SOKOLLAR HALKEVLERİNE ÖRNEK ALINDI’
Halkevleri tamamen özgün bir model mi? Varsa örnek alınan ülkeler ve modellerdeki uygulamaların akıbeti ne oldu?
Türkiye’nin koşullarına uyarlanan Cumhuriyetin pek çok kurumu ve uygulamasında olduğu gibi Halkevleri’nin esin kaynağı da Batılı bir deneyime dayanıyor. Cumhuriyet yönetiminin Avrupa’ya eğitim için gönderdiği Vildan Aşir Savaşır, Avrupa ülkelerindeki Halkevleri benzeri deneyimleri inceledikten sonra halk eğitimi üzerinde özel çalışmalar yapıyor. Çekoslovakya’dan, başarılı olduğu düşünülen ‘Sokollar’ üzerine rapor hazırlıyor.
Kitapta Prof. Dr. Anıl Çeçen de yazısında ayrıntılı bir şekilde bunu anlatıyor. Sokol kelimesi Çek ulusal efsanesinde şahin anlamına gelen bir kelime. Sokollar aslında 1800’lerde Prag’da kurulan bir jimnastik hareketi. Ulusal bütünleşmenin bir aracı olarak görülüyor ve siyasal ve ideolojik bir anlam dünyasına yaslanıyor tabii. Çek ulusal tarihindeki efsanelere ve mitlere gönderme yapan ismiyle Çek toplumunun ahlaki ve fiziksel açıdan dirilişine dair bir mücadeleyi de ima ediyor.
Ülke çapında bir dernek olarak örgütlenen Sokolların her kent veya kasabada merkezleri, lokalleri bulunuyordu. Vildan Aşir Savaşır, 1931 yılının sonlarına doğru bir gün Türkocağı binasında verdiği konferansta Avrupa ülkelerindeki halk eğitimi çalışmaları ile beraber Çekoslovakya’daki Sokollar uygulamasını anlatıyor. Ankara Radyosu’nda da sunumunu tekrar yapıyor. Bunun üzerine Mustafa Kemal Atatürk kendisine de bir sunum yapmasını istiyor.
Çek bağımsızlığının siyasal bir mücadele örgütü olarak önem kazanıyor Sokollar. Günümüzde halen Sokol festivalleri düzenleniyor bildiğim kadarıyla Prag’da.
Bu arada İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerin en üst düzey kayıplarından biriyle sonuçlanan, Hitler’in en önemli komutanlarından Reinhard Heydrich’e Prag’da düzenlenen suikastte de Sokolların adı geçer. Nazi işgaline direnen Çek ve Slovak direnişçilerin Anthropoid Operasyonu adı ile gerçekleştirdikleri bu suikaste Sokollar’ın da destek verdiği söylenir. Bir sinema filmi de aynı isimle, Anthropoid ismiyle bu konuyu işler hatta. Arkasındaki önemli ideolojik politik formasyon ve hazırlık bir yana, pratikte de böyle bir hazırlığı, hikayesi var Halkevleri’nin.
Halkevleri Türkiye’deki kültür-sanat birikimine ne gibi katkılar sundu?
Ben kitabın hazırlık sürecinde Halkevleri’nden yetişen ya da yolu bir şekilde Halkevleri’nden geçen tiyatrocuları, sanatçıları, ilk yazıları bir halkevinin dergisinde yayımlanan şair ve yazarları öğrenince sevinçle karışık bir şaşkınlık şaşırdığımı söylemeliyim. ‘Kapanmayan Parantez Halkevleri’nde şair yazar Ahmet Özer’in çok titiz ve detaylı bir araştırmanın ürünü olan, “Halkevleri’nde Yetişen Edebiyat Ve Kültür İnsanları” başlıklı yazısı Halkevleri’ni ‘Anadolu Halk Üniversiteleri’ olarak tanımlıyor ve tam da bu sorunuza yanıt veriyor. Yolu Halkevleri’nden geçen kimler yok ki ? Yaşar Kemal’den İlhan Berk’e, Metin Akpınar’dan Halil Ergün’e, Cihat Tamer’den Mustafa Sağyaşar’a, Şemsi İnkaya’ya kadar…
Halkevleri’nin yaratmak istediği yurttaş nasıl bir profile sahip; bu hedefe kuruluş misyonundaki faal döneminde ulaşabildi mi?
Cumhuriyet devriminin ulus devlet, yeni toplum, yeni insan ideali açısından Halkevleri, tıpkı Köy Enstitüleri gibi, inkılapların yörüngesinde kültür ve eğitim dairesinde bir pratik oluşturmayı ve önemli bir atılımı bence kısmen başardı. Ancak burada ‘filmin koptuğu’ yer çok partili hayata geçişle birlikte, Demokrat Parti’nin toprak ağaları, ticaret burjuvazisi ve feodal rejimin artıklarıyla bir ittifak kurarak Cumhuriyet karşıtı çevrelerin de en önemli dayanağı olmasıydı. Bu yüzden Anadolu’nun gördüğü bir düş, Köy Enstitüleri örneğinde olduğu gibi, başarısız kaldı.
Cumhuriyet öncesi Anadolu’da kültür sanat faaliyetlerinde Rum, Ermeni, Yahudi ve diğer Müslüman olmayan halklar etkindi. Cumhuriyet sonrası değişen demografi ile yeni oluşan ulusun da kültür sanat faaliyetlerinde gelişmesi için Halkevleri bir anahtar rol olarak mı kuruldu?
Osmanlı’nın gayri müslim tebaası, içinde Rumlar, Ermeniler, Yahudiler de var, ve sadece kültür sanatta değil, ticarette, yayıncılıkta, eğitimde, uluslararası ilişkilerde ve pek çok alanda etkindiler. Cumhuriyetle kurulan yeni devletin ulus ideali ise bütün bu alanlarda ‘imtiyazsız’ ve fakat ‘kaynaşmış’ bir toplum arzusuna dayanıyordu.
Bugüne uzanan tartışmalarda da konu, biliyoruz, bu kaynaşmanın derecesini. Ama bu tartışmalardan bağımsız olarak söyleyebilirim, sadece Halkevleri değil, Cumhuriyetin o yıllarındaki Köy Enstitüleri de diğer pek çok kurum da bu arzuyu doğal olarak gözetmiştir, kuruluşunda, ilkelerinde, faaliyetlerinde. Cumhuriyet’in Halkçılık paradigması Osmanlı sarayının yüzyıllarca sömürdüğü, yoksul bıraktığı geniş halk kitlelerini uygar ve eşit yurttaşlar olarak modern bir Cumhuriyet’in çatısı altında yaşamalarını sağlamaktı.
Halkevleri’nden kurulduğu yıllarda toplumu sanatla buluşturmasının dışında sanatçı üretim merkezi gibi de çalıştı. Günümüzde aynı türden bir kurum olmaması, çağın bireyselciliğinin sonucu mudur yoksa Türkiye’de Şırnak’ın dağ köyünden İzmir’in Konak’ına kadar tüm kesimleriyle modernleşmesi için bu tür ihtiyaç var mıdır?
Kesinlikle bir ihtiyaçtır. Tıpkı İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin çok yerinde ve kamucu, halkçı yaklaşımla açtığı kreşler gibi. Halkevleri’nin devlet bünyesinde Ankara’dan merkezi bir programla faaliyetlerinin belirleneceği bir oluşumun hayata geçirilmesinden bahsetmiyorum. Özellikle CHP’li belediyelerin, hali hazırda devletçi bir anlayışla yürüttükleri faaliyetleri, Halkevleri’nin aydınlanmacı pratiklerini hatırlayarak sergilemelerinin gerekliliğini kastediyorum. Tam da artık, bildiğimiz anlamda bir Cumhuriyet neredeyse kalmamışken..
Laiklik sadece kağıt üzerinde var ve bilimsel eğitim ortadan kalkmış durumda. Belediyelerin imkanları dahilinde ve hatta imkanlarını zorlayarak kreş, okul, kültür sanat mekanları, eğitim merkezleri gibi alanlarda Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki deneyimi, yerel ölçekte güncellemeleri tarihsel bir sorumluluk diye düşünüyorum. Cumhuriyet değerlerinin hızla yok edildiği bir siyasi iklimde yapılabilecek en verimli, sonuç alıcı mücadele bu olabilir. Yerel yöneticiler, Halkevleri ve Köy Enstitüleri’nde sergilenen pratikler yanı sıra, Cumhuriyet’in ilk yıllarında kurulan Nazilli Basma Fabrikası’nın, Sümerbank’ın, SEKA’nın sosyal tesisleri, kreşleri, tiyatro salonları, çay salonları, kütüphanelerini, buradaki etkinlikleri inceleyebilirler. Yapıyorlardır zaten ama bu bahsettiğim devletçi, aydınlanmacı pratikle birleşmeli.
Kitaptaki yazarlar tematik olarak hangi alanlarda yazdılar. Bugün faaliyetlerini sürdüren Halkevleri de kitapta yer alıyor mu ?
Günümüzde faaliyetlerini sürdüren Halkevleri, yani 12 Eylül darbesinin ardından kapatıldıktan sonra 1987’de yeniden açılan haliyle Halkevleri de kitapta yer alıyor. “Halkevleri’nin CHP ve Sol Siyasetlerle İlişkileri” başlıklı bölümde hem Fikret Bila, hem de Ozan Gündoğdu, yazılarında yer veriyor bu döneme.
Ayrıca Anıl Çeçen kitabın harcı sayılacak, kapsamlı Halkevleri tarihi analizinde 1980 sonrasına değiniyor. Mustafa Gazalcı da 1987’de Halkevleri’ni yeniden açarlarken şahit olduklarını anlatıyor.
Ayrıca kitaptaki yazılarında Mustafa Balbay, Halkevleri’nin merkezî yayın organı Ülkü dergisinin Türk basın tarihindeki önemini, Işık Kansu, 1933-1939 yılları arasında Ankara Halkevleri Başkanlığı yapan dedesi Nafi Atuf Kansu’nun Halkevleri mesaisinden öne çıkanları aktardılar.
Halkevleri’nin, 1930’lardan itibaren arkeoloji alanındaki çalışmalarına katkısını tarihçi Ümit Doğan, Halkevleri’nde Folklor Çalışmaları’nı Prof. Dr. Arzu Öztürkmen yazdı. Cumhuriyet’in müzik politikalarında Halkevleri’nin ideolojik önemini akademisyen Emrah Zıraman kaleme aldı.
Kitaptaki en önemli makalelerden biri de Halkevleri’nin Türkiye’deki tiyatro birikimiyle ilgisi üzerine. Uludağ Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sahne Sanatları bölümünden, akademisyen-yazar Tülay Yıldız Akgül “Halkevleri’yle Tiyatro: Osmanlı Sarayı’ndan Cumhuriyet Köylerine” başlıklı incelemesinde Halkevleri’nde sergilenen tiyatro eserlerini ideolojik bir analizle ve çarpıcı detaylarıyla inceledi.
Tarihçi İsmail Özer, Diyarbakır Halkevi’nin kuruluşu ve faaliyetlerini, Halkbilimci akademisyen Çağla Yılmaz, “kimlikli” kentler ve kent kimliğinin “beyanı” olarak müzecilik denilince Halkevleri’nin katkısını yazdı. Altan Öymen, Ankara Halkevi hatıralarını kaleme aldı.
Halkevleri’nden yetişen ya da ilk kez Halkevleri’nde sahneye çıkan sanatçılardan Metin Akpınar, Zihni Göktay, Cihat Tamer, Şemsi İnkaya ve Bedia Ener; Türk Sanat Müziği’nin üstadı Mustafa Sağyaşar; gazeteci, yazar Yaşar Aksoy ve Bursa Halkevi’ndeki hatıralarıyla iletişimci, gazeteci Haluk Şahin de özel söyleşilerle kitapta yer aldı.
Bu yazıları okuyunca Halkevleri bir telkin iddiası ile başladığını hatırlıyorsunuz. Halkevleri’nin Türkiye’nin siyasal tarihine yazılan macerası ise bugüne geldiğinde bir nostalji duygusu ve teselli hissi yayıyor. ‘Kapanmayan Parantez Halkevleri’, Halkevleri’nin telkinle başlayan, teselliye dönüşen serüvenini anlatıyor aslında.